Türkiye ve Irak İlişkileri: Güneş Operasyonu’ ndan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül`ün Ziyaretine

Kadri Kaan Renda

 

ankara`nın Irak politikasının iki temel parametresi Irak`ın bütünlüğünün korunması ve PKK ile mücadeledir.[1] Bu bağlamda Ankara 2003 yılından beri Irak`ın toprak bütünlüğünün korunması için uluslararası arenada sürekli girişimlerde bulunmaktadır.  Türk diplomasisinin inisifiyatiyle yapılan Irak’ın komşularının ve diğer bölge ülkelerin katıldığı toplantılar, Türkiye’nin konuyu çeşitli platformlarda gündeme getirmesi bu girişimlerden sadece bazılarıdır. Bunun yanında Türkiye merkezi Irak hükümeti ile de ilişkilerini geliştirmek ve sağlamlaştırmak adına çaba göstermektir. Özellikle 2007–2008 kışında PKK’ya karşı düzenlenen askeri operasyondan sonra Türkiye ve Irak arasında üst düzeyde ikili ziyaretler gerçekleştirilmiş ve daha da önemlisi ikili işbirliği antlaşması 2008 yazında imzalanmıştır.[2] Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ziyareti ve verdiği beyanatlar Türkiye ve Irak arasında geçen kışın düzenlenen askeri operasyonun yarattığı soğukluğun 2009 kışında yerini daha samimi ve sıcak bir havaya bıraktığının göstergesidir. Böylelikle, 1 Mart 2003 tezkeresi sonucunda Irak savaşı`nın dışında kalmış olan Türkiye, yapılan diplomatik girişimler ve hem Amerika`nın hem de Irak hükümetinin Türkiye`nin desteğine olan ihtiyacından dolayı bölge politikasında tekrar aktif rol oynamaya başlamıştır. Türkiye`nin bu aktif rolünün altında yatan sebepler arasında PKK ile mücadele, Irak`ın toprak bütünlüğü konusu, ekonomik gereklilik ve İran konusu sayılabilir.

 

PKK`nın 2007 yılı içerisinde artan terörist eylemleri hem Türk kamuoyunda hem de askeri çevrelerde Kuzey Irak`a askeri bir operasyon yapılmasının gerekli olduğu kanaatini oluşturdu. Türk diplomasisi uzunca süre bu operasyonun siyasi ve diplomatik boyutu üzerine hem bölge ülkeleri hem de İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile çeşitli görüşmelerde bulunmuş ve siyasi zemini hazırlamıştır. Operasyon 2007 Aralık ayında havadan yapılan taarruzlarla başlamış, 2008 Şubatında ise 1 haftalık kara harekâtıyla son bulmuştur.[3] Askeri operasyon sayesinde gücünü ve etkinliğini gösteren Türkiye hemen akabinde diplomatik girişimlerine devam etmiştir. Bu bağlamda Irak merkezi hükümeti ile ikili ilişkiler geliştirilmiş, başbakan düzeyinde ziyaretler gerçekleştirilmiş ve bunun neticesinde Türkiye ile Irak arasında stratejik işbirliği antlaşması imzalanmıştır. Bu süreç Türkiye`nin askeri operasyonu ve silahlı gücünü bir amaç olarak değil, gerektiğinde kullanacağı diplomatik\siyasi bir araç olarak gördüğünün en önemli göstergesidir.

 

Türkiye, halen Irak’ın toprak bütünlüğü, Kerkük`un geleceği konusu ve PKK ile mücadeledeki hassasiyetini korumaktır. Nitekim Türkiye son dönemde Irak`ın toprak bütünlüğü konusunda üniter ve merkezi devletteki ısrarından vazgeçmiş gibi görünmekte ve federasyon fikrine yakınlaştığı izlenimi vermektir.[4] Her ne kadar Türkiye özellikle Kerkük ve hidrokarbon yasaları konusunda merkezi Irak hükümetinin yanında olduğu izlenimi verse de, Türkiye`nin Irak`da kurulacak federatif bir yapıya eskisi kadar katı bir tutumla yaklaşmadığı gözlenmektedir. Kısacası, Türkiye’nin Irak’ın toprak bütünlüğü konusundaki ısrarı devam etmekle birlikte, âdemi-merkeziyetçi ve tüm etnik gruplara aynı mesafede olan bir yönetiminin var olması fikri Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Irak politikasına yön vermesi muhtemel parametrelerden birisidir.

 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül`ün Irak ziyareti ve yaptığı açıklamalar Türkiye ile merkezi Irak hükümeti arasındaki işbirliği`nin ekonomik, siyasi ve güvenlik alanlarında artacağı yönündedir. Bunun yanında aynı gezide Cumhurbaşkanı`nın “Irak`ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi” terimini kullanıp kullanmadığı konusu gündemi epeyce meşgul etmiş olmasına rağmen, gerçek olan Cumhurbaşkanı Gül`ün Irak bölgesel Kürt yönetimi başbakanı sıfatıyla Necirvan Barzani ile Bağdat`ta görüşmesi ve Irak`ın anayasasında geçen terminolojiye Türkiye`nin karşı çıkmayacağını belirtmiş olmasıdır.[5] Kısacası, Ankara Iraklıların tümü tarafından kabul gören anayasaya ve yönetim şekline saygı duyacağının sinyalini vermiştir.

 

Ancak Türkiye`nin iki önemli konudaki kaygısı halen sürmektedir. Bunlardan ilki PKK ile mücadelede Irak yönetiminin, özellikle bölgesel Kürt yönetiminin, istenilen düzeyde destek olmamasıdır. Türkiye, bölgede var olan PKK büroları ve kampların kapatılması yönünde ısrarla talepte bulunsa da bölgesel yönetim etkin bir şekilde PKK ile mücadele etmekten sakınmaktadır. Her ne kadar Türkiye birçok kez PKK`ya karşı yapılan operasyonların terörizmle mücadele kapsamında olduğunu belirtse de bölgesel yönetim Türkiye ile PKK konusunda etkin işbirliğine yanaşmamaktadır. Bu isteksizliğin sebepleri arasında PKK`nın bölgede halen etkiye sahip olması, bölge yönetiminin Türkiye`nin asıl amacının PKK ile mücadele etmek değil bölgeye hâkim olmak istediğini düşünmesi ve bölge yönetiminin PKK ile mücadelenin politik boyutu olduğundaki fikri gösterilebilir.

 

Türkiye`yi endişelendiren bir diğer konu ise Kerkük`un geleceğinin belirsizliğidir. Kerkük, ciddi petrol rezervleri sayesinde (Irak`ın petrol rezervinin %13`ü[6]) Irak`ın ekonomisi ve bölge ekonomisi için önemli bir konuma sahiptir. Bu açıdan bakıldığında Kerkük`ün yönetiminin ve petrol rezervlerinin kimin kontrolünde olacağı sorusu hem Irak`ın merkezi hükümetini, hem Irak`taki diğer etnik grupları hem de Türk hükümetini endişelendirmektedir. Her ne kadar Kürt yöneticiler bu endişelerin yersiz olduğunu ve Kerkük`un petrol gelirlerini merkezi hükümetle paylaşacaklarını beyan etmiş olsalar da, bu açıklamalar diğer aktörler tarafından inandırıcı ve güven verici bulunmamaktadır.[7] Türkiye, Kerkük`teki politikasını uzunca sure Türkmenler üzerine kurgulamıştı. Özellikle 1991 Körfez savaşından sonra bölgede doğan siyasi boşluk neticesinde Ankara Kürt partiler ile temasa geçmenin yanında Türkmen cephesinin kurulmasında rol oynamış ve Türkmenlerin bölge politikasında daha etkin olmaları yönünde çaba göstermiştir. Bu çabalar ve girişimler, 2003 Irak savaşının ardından daha da hız kazandı. Fakat Türkmenlerin yeteri kadar homojen bir topluluk olmamaları ve Türkiye`nin etnik kartı kullanmanın doğuracağı sakıncaların farkına varması, bu politikanın şekil değiştirmesine sebep oldu. Türkiye, halen Türkmenlerin hamisi olmaya devam etse de Irak`ın toprak bütünlüğünün korunması açısından etnik temelli politikasında revizyona gitmiş ve sadece Türkmenlerin haklarının korunması üzerine değil bölgedeki diğer halkların da haklarının korunması üzerine yeni politikasını inşa etmiştir.

 

İkili ilişkilerdeki bir diğer önemli konu ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi yönünde atılacak adımlardır. Bu bağlamda Türkiye 1991 Körfez savaşı`ndan bu yana ciddi yara alan ekonomik ilişkilerini geliştirmek için çaba sarf etmektedir. Su anda, Türkiye ile Irak arasındaki ticaret hacmi 5 milyar dolar seviyesindedir. Her iki ülke ticaret hacmini 2011 yılına kadar 20 milyar dolar seviyesine çıkartmayı hedeflemektedir. Bu ticarette hiç kuşkusuz en büyük paya petrol ve petro-kimya ürünleri sahip olacaktır. Küresel ekonomik kriz hem Türkiye hem de Irak`ın birbirleriyle olan ekonomik ilişkilerini geliştirmeleri için itici bir güç olabilir. Türkiye`nin yeni pazar arayışları[8], Irak`in, özellikle Kuzey Irak yönetiminin, petrolü ihracat etmek için sahip olduğu en uygun seçeneğin ve güzergâhın Türkiye olması ilişkilerin gelişmesi için zemin hazırlayabilir. Fakat Türkiye, Irak`ın ekonomik bütünlüğünün Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması demek olduğunu düşündüğü için bu alanda çekimser kalmaktadır.[9] Bu bağlamda Türkiye`nin üzerinde durduğu en önemli konular hidrokarbon yasasının çıkarılması ve petrol gelirlerinin nasıl dağıtılması gerektiğidir. Kuzey Irak`taki ve Kerkük`teki petrol rezervlerinin statüsü bu açıdan ciddi öneme sahiptir. Türkiye, Irakla olan ekonomik ilişkileri geliştirmek için Kuzey Irak ekonomisinin önemli bir yere sahip olduğunun farkındadır. Fakat Türkiye`nin hassasiyeti Irak`ın ekonomik bütünlüğüne zarar vermemektir. Türkiye`nin önceliği Irak`ın toprak bütünlüğü olduğundan Kuzey Irak ile yapılan ekonomik aktiviteler sınırlı olmaktadır.

 

Irak`ta 2009 Ocak ayında yapılan yerel seçimler ve 2009 yılında yapılacak milletvekili seçimleri ve neticesinde ortaya çıkacak tablo Türkiye`nin Irak politikasına ve Irakla olan ilişkisine ayrı bir yön verecektir. Nitekim yerel seçimlerin sonuçları, her ne kadar son seçimler 2005 seçimlerine kıyasla daha olumlu bir havada gerçekleşmiş olsa da, Irak`taki etnik ve politik gruplar arasındaki çatışma potansiyelinin halen devam ettiğinin ve genel seçimler yaklaştıkça daha da artabileceğinin göstergesi niteliğindedir. Irak`takı halk arasında Iraklılık bilincinin Irak`ı bir arada tutacak düzeyde olmaması bu kaygıları daha da artırmaktadır.[10]Genel seçimlerin sonucunda çıkabilecek kaos bölgede yeni bir politik boşluğun doğmasına sebep olacaktır. Böyle bir duruma ABD`nin 2010 yılında Irak`tan askerlerini çekmeyi planlaması da eklenirse Irak`ın geleceği konusu Türkiye için daha da büyük önem taşımaktadır. Irak`ta doğabilecek siyasi bir boşluğun kimin tarafından dolduracağı sorusu Türk diplomasisi açısından halen ciddi bir sorundur. Fakat aynı endişe Kürtler için de geçerlidir. Kürtler de Amerika`nin Irak`tan kısmen de olsa çekilmesi durumda ortaya çıkabilecek belirsizlik ortamında kendilerine destek olabilecek bir Türkiye ile işbirliğine gitmek isteyecektirler.[11] Özetle, Türkiye`nin Irak ile olan ilişkilerinin seyri Irak`taki genel seçimler ve yukarıda değinilen konuların çözümü ve PKK konusunda Irak hükümeti ve bölgesel Kürt yönetiminin atacağı adımların neticesinde belli olacaktır.

 

Burada değinilmesi gereken bir başka önemli seçim ise İran`da yazın yapılacak başkanlık seçimleridir. Her ne kadar şu an için Türkiye ile Irak arasındaki ikili ilişkiler ekonomik ve terörle mücadele zemininde kurulmuş olsa da, İran`ın hem genel olarak bölge üzerindeki hem de Irak`taki etkisinin dengelenmesi gibi stratejik bir yöne doğru da kayması muhtemeldir. Türkiye, İran`ın nükleer programı konusunda ABD`nin duyduğu kaygıları paylaşmasa da bölgedeki politik ve askeri dengeleri alt üst edebilecek her türlü girişimden her zaman için kaygı duymaktadır. Bu açıdan Türkiye İranla olan ilişkilerini sürdürmeye devam etmekle birlikte, bölgedeki dengelerin değişebileceği öngörüsü içinde Irak ile daha da yakınlaşması ihtimal dâhilindedir. Böylece hem Irak`ta doğabilecek bir kaos ortamında Türkiye dengeleyici ve yatıştırıcı bir rol oynayabilir hem de İran`ın bu kaos ortamından faydalanmasını engelleyebileceği gibi, İran`ın Irak üzerindeki etkisini de dengeleyebilir. Tabi burada Türkiye için önemli olan Irak içindeki gruplara eşit mesafede olduğunu gösterebilmesi ve İran ile karşı karşıya getirecek durumlardan kaçınması gerektiğidir. Bunları gerçekleştirebilen bir Türkiye Irak`ın geleceği ve bölge politikasında ciddi ve önemli roller üstlenebilir.

 

 

[1] Türkiye`nin Irak politikası konusunda daha kapsamlı bir analiz için bkz. “Turkey and Iraqi Kurds: Conflict or Cooperation”, International Crisis Group Middle East Report no: 81, 13 November 2008.

 

[2] Yüksek düzey stratejik işbirliği konseyi`nin kurulması yönündeki ortak deklarasyon için bkz. http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/Bolgeler/

ortadogu/irak/Ortak%20Siyasi%20Bilirge%20%C4%B0ngilizce.pdf

 

[3] Ayrıntılı bilgi için bkz. Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı basın açıklaması, http://www.tsk.mil.tr/10_ARSIV/10_1_Basin_Yayin

_Faaliyetleri/10_1_Basin_Aciklamalari/2008/BA_25.html

 

[4] “Turkey and Iraqi Kurds:…”, p. 11, 19.

 

[5]Cumhurbaşkanlığı basın açıklaması, 24.03.2009, http://cankaya.gov.tr/sayfa/konusma_aciklama

_mesajlar/aciklama_mesajlar/?id=4842

 

[6] “Oil for Soil: Toward a Grand Bargain on Iraq and the Kurds”, International Crisis Group, Policy Report, 28 0ctober 2008, p.19.

 

[7] “Oil for Soil:…”, p.19-23.

 

[8] Bu noktada dışişleri bakanı Ali Babacan’ın Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün 9 Mart 2009 tarihinde Tahran’da gerçekleştirilen toplantısında dile getirdiği serbest ticaret alanın üye ülkeler arasında 2015 yılına kadar hayata geçirilmesi girişimi, Türkiye’nin bölge ekonomisinden daha etkin şekilde yararlanmanın yollarını aradığının önemli bir kanıtıdır. Bkz. “ Statement of H.E. Mr. Ali Babacan, Minister of Foreign Affairs of Republic of Turkey at the 18th Council of Ministers Meeting of the ECO”, 9 March 2009, http://www.mfa.gov.tr/statement-of-h_e_-mr_-ali-babacan_-minister-of-foreign-

affairs-of-the-republic-of-turkey-at-the-18th-council-of-ministers-

meeting-of-the-eco_-9-march-2009_-tehran.en.mfa

 

[9] “Turkey and Iraqi Kurds:…”, p. 12-16.

[10] Murat Yetkin, “Irak sadece PKK demek değil”, Radikal, 26.03.2009, http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&

ArticleID=928041&Yazar=MURAT%20YETKİN&Date=29.03.2009

 

[11] “Iraqi leader gives PKK ultimatum”, BBC News, 23 March 2009, http://news.bbc.co.uk

/2/hi/middle_east/7958541.stm

Previous post The Axis of Upheaval
Next post Turkey: Obama Connects With Turks, Promotes Turkish-Armenian Rapprochement

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.